Kendimiz hakkında anlattıklarımızın uydurukluğu üzerine

Ladin geceleri korkuyor. Biz büyükler sorup duruyoruz, “Ladin, neden korkuyorsun?” Ladin bu soruya sinirleniyor. Her seferinde, “anlatmak istemiyorum, kötü rüya gördüm, söylemeyeceğim” diyerek geçiştiriyor. Ladin, neden korktuğunu bilmiyor. Biz yanıtını bilmediği soruyla çocuğu sıkıştırıp duruyoruz: Neden, neden, neden? Asıl olan şu, Ladin korkuyor. Kim bilir neden.

HtHayat.com sağ olsun, geçtiğimiz günlerde bir seminer düzenledi. Seminerde Wired for Love
kitabının yazarı ünlü evlilik terapisti Stan Tatkin konuktu. Tatkin’i ağzım açık dinledim, çıkışta da
arkadaşlarımı arayıp şöyle dedim: “Her şeyi anladım.” O gün bu gündür, günde iki kere kendisinden alıntı yapmadan duramıyorum. Tatkin’in hayatımı değiştiren cümlelerinden biri şöyleydi: “İnsanlar ne yaptıklarını bilmezler, neyi neden yaptıklarını da bilmezler.”

Açıkçası bunca senelik yoga ve aile dizimi mesaisinden sonra yukarıdaki cümlenin beni şok eden bir tarafı yok. Ama nöropsikoloji çalışan Tatkin’in nörolojik açıdan da bunun böyle olduğunu anlatması, somut kanıtlarla daha rahat eden zihnime iyi geldi.

Tatkin diyor ki, bir insana ‘neden böyle yapıyorsun’ dendiğinde muhakkak size durumla tutarlı bir cevap verir ve buna kendisi de inanır. Ama verdiği cevap güvenilmezdir. Çünkü insanlar çoğu zaman ne yaptıklarını da bilmiyorlar, neden yaptıklarını da. Cevabı üreten zihin, durumla tutarlı kalmak için uygun bir cevap uydurmuştur.

İnsanlar hayatlarının çok büyük bir kısmını beyinlerinin Tatkin’in otomatik beyin dediği kısmı üzerinden sürdürüyorlar. Bu beyin de sadece anılar üzerinden ve çok hızlı işliyor. Yani bir anıyı fark edecek kadar hatırlayıp neden sonuç ilişkisi kurarak değil.

Daha somutlaştırmak için size kendi çocukluğumdan pek de ağır olmayan bir travmamı anlatayım:

Küçükken annemle Adapazarı’ndan trene binip İstanbul’a gidecektik. Annem istasyonda beklemekte olan trende pek az tanıdığı, benim ise hiç tanımadığım birilerinin yanına beni oturtup, “bir şey alıp geleceğim, çocuğa göz kulak olun” dedi ve trenden indi. Bir süre sonra trenden, kalkmaya hazırlandığına delâlet sesler gelmeye başladı. Ben annem geri dönmeden tren kalkıp gidecek diye büyük bir korkuya kapıldım ve yanımızdaki koca bavulu tek başıma sürükleyerek trenden aşağı indim. Sonunda tren kalkmadan annem geldi ve beni trenin yanında bavulla beklerken buldu.

Kötü bir şey olmadı ama ben olacak diye korkmuş bulundum. Sanki tren kalkıp gidecek ve bir daha annem beni hiçbir şekilde bulamayacaktı. Üstelik o bavul benim taşıyamayacağım kadar ağırdı ve bana bavulu trenden indirmek çok zor gelmişti. Bavulu bırakırsam annem kızar diye de bırakamamıştım.

Hikayenin bundan sonrasını tamamen uyduralım:

Bir gün sevgilimle tatile çıkıyorum. İkimizin elinde de kendi bavullarımız var. Otel odasından içeri giriyoruz.

Otel tren istasyonuna bakıyor. İçeri girdiğimiz anda bir tren geçiyor ve ben trenin sesini duyuyorum. Yukarıda anlattığım o anıyı o anda kesinlikle hatırlamıyorum. Sadece trenin sesini duyar duymaz, içimde o anın yarattığı his tetikleniyor ve sevgilime dönüp “bu bavulu da bana taşıtıyorsun, baksana ne kadar ağır, sen ne biçim adamsın” diye bağırmaya başlıyorum. Sevgilim bu ani saldırı karşısında, kim bilir hangi anısı üzerinden tetiklenip bana geri saldırıyor, üstüne bir de kapıyı vurup çıkıyor. Ben hala tren sesinin etkisindeyim. Bir de kapıyı vurup gidip beni orada yalnız bırakınca trende yalnız kalınca yaşadığım korku daha da gerçek hale geliyor. Neden korktuğumu bilmeden kendimi terk edilmiş hissederek bavulumu alıp oteli terk ediyorum.

Arkadaşlarım ‘neden ayrıldınız’ diye soruyor. “Çok bencil ve sorumsuz bir insandı. Tatile gittik, bel fıtığım var benim, bavulun ucundan bile tutmadı. Zaten beni hiç düşünmez. En ufak kavgada kapıyı vurup çıkar” diyerek anlatıyorum da anlatıyorum.

Anlattığım hikaye çok önemli çünkü benim hakkımda bir şey anlatıyor ama çoğu zaman durumu çok gerçekçi bir şekilde anlatmıyor. Çünkü içimizde işleyip duran, elimizi kolumuzu hareket ettiren bir başka hayalet mekanizma var. Perili bir sandıktan görülmeyen malzemeler çıkıp çıkıp dümene geçiyor. Hele ki kriz durumlarında.

**

Murat Gülsoy, “Yaratıcı Yazarlık” kitabında insanların neden hikayeler anlattığını ele alırken çok ilginç bir araştırmadan bahseder. 1960’lı yıllarda epileptik insanların tedavisi amacıyla, bazı insanlarda beynin iki lobunun arasındaki sinir yolunu keserek, iki lop arasındaki bağlantıyı koparıyorlar.

Sinir yolu kesilmiş deneklerden birinin sadece sol görme alanına “yürü” komutu düşürülüyor. Denek gördüklerini uygulamak üzere kalkıp yürümeye başlıyor. Araştırmacı deneğe neden kalkıp yürüdüğünü soruyor. Eğer iki lop arasındaki sinir bağlantısı kopmamış olsa bu denek sağ beyin tarafından algılanan komutu sol beyine iletecek ve kolaylıkla bu soruya yanıt verecek. Ama bu bağlantı artık yok. Sağ beyin sol beyine hiçbir şey iletemiyor. Denek soruyu duyduğunda hiç tereddüt etmeden “susadım, bir şey içmek için kalktım” diyor.

Burada konuşma merkezinin olduğu taraf soruya hemen mantıklı bir cevap üretiyor. Sol beyin dışarıya tutarsız bir görüntü vermemek için hemen mantıklı gözüken bir kurgu uyduruyor.

Çok şükür, bizim beynimizin iki lobu arasındaki bağlantı bâki ama biz de çoğu zaman kendimiz hakkında cevaplar uyduruyoruz. Çünkü neden ayağa kalkıp yürüdüğümüzü çoğu zaman bilmiyoruz…

Bu yazı, hthayat.haberturk.com’da yayınlanmıştır.

Hemen Üye Ol
Remind Türkiye