Kaç, savaş, don… Ya da sohbet et!

Hayatta kalmak, bizim en iyi bildiğimiz şeydir. Incognito: Beynin Gizli Yaşamı kitabında David Eagleman, beynimizin bilinç düzeyinde sürdürmediği faaliyetlerinin büyük bir kısmının bizi hayatta tutmak üzerine çalıştığını anlatır.

Fizyolojimiz bir tehlike sezdiği zaman beyinde önce mantık, dil, analitik düşünme gibi faaliyetlerin kotarıldığı frontal lob devre dışı bırakılır. Tehlike anında mantıklı düşünecek zaman yoktur, hızlı hareket etmek ve tehlikeye hemen cevap vermek gerekir. Elbette “tehlike” dediğimizde her zaman büyük ve gerçek bir tehlikeden bahsediyor da değilim. İş yerinde rekabet içinde olduğunuz birinin patronunuzun yanında sizi küçük düşürücü bir şaka yapması da fizyolojinizin tehlike çanlarını çaldıracak bir tehlike olarak kabul edilebilir.

Frontal lob devreden çıkınca geriye beynin daha ilkel kısımları kalır. Bu kısımlardaki faaliyet bilinç dışıdır. Eylemlerimizi yönetir ama fark etmeyiz.

İlkel beyin, tehlike karşısında üç temel reaksiyon verir: Kaç, savaş, don.

Tehlike karşısında bir bahane bulup küçük düştüğümüz ortamdan uzaklaşabiliriz, hatta hemen yeni bir iş aramaya başlarız. Bu durumda ‘KAÇ’ komutunu dinlemiş ve kaçmayı seçmişizdir ve kimi zaman bu doğru bir strateji olabilir.

Ya da kalır biz de rakibimiz hakkında benzer küçük düşürücü alaycı yorumlarda bulunuruz. Bu durumda ‘SAVAŞ’ tepkisini seçmişizdir ve kimi zaman bu da doğru bir strateji olabilir.

Ya da donar kalırız! Kaçmak ve savaşmak evrimsel olarak daha yeni hayatta kalma tepkileriyken, ‘DON’ tepkisi, verebileceğimiz en ilkel tepkidir. Donma halinde sorun karşısında hiçbir şey yapamama, hatta hissetmeme hali olur. Tüm hisler kapanmıştır. Suratımıza ışık tutulmuş bir tavşan gibiyizdir. Acı da sevinç de yoktur. Donma tepkisi bazen kaçınılmazdır ve o bile gereklidir. Ama tehlike anında sıklıkta donma tepkisi vermek ya da bu tepkide hayatımızı berbat edecek şekilde gereğinden daha uzun kalmak istemeyiz.

Peşinen söyleyeyim ki bu tepkilerin biri ya da ötekini seçmek çoğu zaman tehlike anında elimizde değildir. Fizyolojimiz geçmiş deneyimlerden yola çıkarak seçimi yapar. Ama beynimiz kullanıma bağlı olarak değişir. Yani tehlike çanları çalmadığı daha normal zamanlarda bu tepkiler üzerinde çalışmak mümkündür.

Yukarıda bahsettiğim durumların nörolojik olarak olup bittiği yer beynin alt kısımları ve vagus siniri denen bir sinirdir. Kaç, savaş tepkisi verdiğimizde vagusun bir kısmı devreye girer, don tepkisinde başka bir kısmı.

Peki, don tepkisine girmemek ya da girdiysek çıkmak için ne yapmak gerekir?

Amerikalı nörobilimci Stephen Porges’ın polyvagal teorisine göre; sosyal bağlılık ve senkronizasyon vagus’un don tepkisine girmesini önler. Ya da bu tepkiye girdiyseniz bile, sizi oradan çıkarır.

Peki, bu ne demektir? İnsanlar tehlikeyle karşılaştıklarında aslında ilk yaptıkları şey diğer insanlarla angaje olup yardım almaktır. Ancak bu yardım gelmezse don tepkisi tetiklenir. Eğer patronunuzun yanında küçük düştüyseniz, önemli bir adım atmadan önce fizyolojisinin tehlike çanlarının durmasını ve frontal lobların devreye girmesini beklemeniz en doğrusudur. Yoksa aldığınız kararın doğruluğu tesadüflere kalır.

İş yerlerinde yaşanan ikili üçlü fiskosların, kahve ve sigara molalarındaki patron ya da rakip çekiştirmelerin önemli bir kısmı sosyal bağlılık içinde kalmak ve bir uyum, güven hissi yakalamak içindir. Güven duyduğunuz biriyle sohbet ettiğimizde, göz teması kurduğumuzda vagus, “demek ki tehlikede değiliz” mesajını alır ve yatışır. Frontal loblar devreye girer.

Kendinizi pek iyi hissetmiyorsanız, yapacağınız en iyi şey derdinizi açamasanız bile ulaşabildiğiniz ilk insanla havadan sudan sohbet etmektir. Bu sosyal etkileşim fizyolojinizi yatıştırıp, regüle olmanıza yardımcı olacaktır.

Bu yazı hthayat.haberturk.com’da yayınlanmıştır.

Hemen Üye Ol
Remind Türkiye